Trump yönetimi, 12 Eylül 2025 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda gerçekleştirilen Filistin devleti oylamasını sert bir şekilde eleştirdi. Oylama sonucunda, 142 ülke Filistin’in devlet olarak tanınmasını desteklerken, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve yalnızca 9 ülke karşı oy kullandı. Ayrıca, 12 ülke oylamada çekimser kaldı. Bu durum, uluslararası arenada Filistin meselesinin ne kadar tartışmalı bir konu olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Oylamanın hemen ardından, ABD’nin BM Temsilcisi Morgan Ortagus, oylamayı ‘Hamas’a bir hediye’ olarak nitelendirerek güçlü bir açıklamada bulundu. Ortagus, “Yanılmayın, bu karar Hamas’a bir hediyedir” ifadelerini kullanarak, oylamanın 7 Ekim’de yaşanan terör saldırılarının kurbanlarına bir hakaret olduğunu vurguladı. “Amerika Birleşik Devletleri bu hakarete katılmayacak, ancak gerçek dünyada savaşları sona erdirmek ve kalıcı bir barış sağlamak için liderlik etmeye devam edecektir” şeklinde konuştu.
Oylama öncesinde, Fransa ve Suudi Arabistan’ın öncülüğünde yapılan girişim, Filistin’in bağımsız bir devlet olarak tanınması için önemli bir adım olarak değerlendirildi. Ancak ABD, bu adımın Hamas’ı ödüllendirmekten başka bir amaca hizmet etmeyeceğini savunuyor. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, Başkan Trump’ın, Filistin devletinin tanınmasının, rehine krizini daha da zorlaştıracağını belirttiği ifade edildi.
Oylamanın ardından Fransa Dışişleri Bakanlığı, sonucu tarihi bir zafer olarak tanımlayarak, uluslararası toplumun barış ve güvenliği sağlama konusundaki kararlılığını gösterdiğini belirtti. Ayrıca, bu kararın derhal ateşkes çağrısı, rehinelerin serbest bırakılması ve Filistin Devleti’nin oluşturulması gibi ilkeleri desteklediği ifade edildi. Fransa Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamaları, uluslararası diplomasi açısından önemli bir dönüm noktasını işaret ediyor.
İsrail’in BM Temsilcisi Danny Danon ise oylamanın bir ‘tiyatro’ olduğunu belirterek, “Terroristlerin bu kararı alkışladığı bir ortamda barıştan bahsedilemez” dedi. Danon, bu tür oylamaların gerçek anlamda bir barış sürecine katkıda bulunmadığını savundu. Böyle bir yaklaşım, uluslararası ilişkilerdeki gerginliği artıran bir unsur olarak öne çıkıyor. Anne Bayefsky, Touro Enstitüsü’nün İnsan Hakları ve Holokost Direktörü, bu deklarasyonun Amerikan ulusal güvenliğine doğrudan bir tehdit oluşturduğunu ve Yahudi devletini yok etme yönünde bir girişim olarak değerlendirdi.
ABD’nin karşı oy kullandığı ülkeler arasında Arjantin, Macaristan, İsrail, Mikronezya, Nauru, Palau, Papua Yeni Gine, Paraguay ve Tonga yer alıyor. Bayefsky, Almanya’nın desteğini ise “tamamen şok edici” olarak nitelendirerek, Yahudi öz belirlenmesinin öneminin hiçe sayıldığını vurguladı. Oylamanın sonucunun, Abraham Anlaşmaları’nı zayıflatma riski taşıdığına dikkat çekildi. Bu anlaşmalar, İsrail ile Arap ülkeleri arasında normalleşme sürecine önemli katkılar sağlamıştı ve bu bağlamda oylamanın sonuçları, bölgedeki dengeleri etkileyebilir.
Oylamanın sonuçları, önümüzdeki günlerde yapılacak BM toplantılarında daha kapsamlı bir şekilde ele alınacak. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Filistin meselesini görüşmek üzere İsrail’i ziyaret etmeyi planladığını duyurdu. Bu toplantılarda Fransa ve İngiltere’nin de Filistin devletinin tanınması yönünde resmi adımlar atacağı bekleniyor. Bu gelişmeler, uluslararası diplomasi sahnesinde Filistin meselesinin ne denli karmaşık ve tartışmalı bir konu olduğunu tekrar gündeme getirdi. Her ne kadar bazı ülkeler Filistin’in bağımsızlığını desteklese de, ABD’nin bu tutumu ve diğer ülkelerin karşıt görüşleri, barış sürecinin ne kadar zor olduğunu göstermektedir.
Sonuç olarak, BM’deki bu oylama, sadece Filistin devletinin tanınması açısından değil, aynı zamanda uluslararası ilişkilerin dinamikleri açısından da önemli bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor. Taraflar arasındaki gerginliği artıran bu durum, gelecekteki barış görüşmeleri üzerinde de etkili olacaktır. Bu nedenle, hem uluslararası toplumun hem de bölgedeki ülkelerin bu meseleyi ele alırken daha dikkatli ve yapıcı bir yaklaşım sergilemesi gerekiyor.
Filistin meselesi, sadece bölgesel bir sorun olmanın ötesinde, küresel güvenlik ve barış için de kritik öneme sahip. Dolayısıyla, bu tür oylamalardaki sonuçların, çözüm sürecine nasıl yansıyacağı, tüm dünya için önemli bir soru olarak kalmaya devam edecektir. Uluslararası ilişkilerdeki bu tür tartışmalar, sadece politik bir mesele değil, aynı zamanda insan hakları ve adalet gibi evrensel değerlerle de doğrudan ilişkilidir. Bu bağlamda, Filistin meselesinin çözümü, hem bölgedeki ülkeler hem de dünya genelindeki uluslararası toplum için acil bir gereklilik olarak öne çıkmaktadır.
Gelecek dönemde, Filistin’in uluslararası alanda tanınması ve bu konudaki gelişmeler dikkatle izlenmeye devam edecektir. Bu süreç, yalnızca Filistinlilerin değil, tüm bölgedeki halkların barış içinde yaşamasını sağlama yolunda atılacak önemli adımları da beraberinde getirebilir. Dolayısıyla, uluslararası toplumun bu meseleye duyarlılığı ve çözüm odaklı yaklaşımı, gelecekteki barış müzakereleri açısından büyük bir önem taşımaktadır.
https://shorturl.fm/tbnxt
https://shorturl.fm/Cb1mw
https://shorturl.fm/8W9GH
https://shorturl.fm/hTyEw